|
|
ŞUBAT 2025
|

Varlık Online Satış |
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Edebiyatın Bereketli Toprakları – Cuma Duymaz |
Sayfa:4 |
Genelde Çukurova, özelde ise Adana, Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi sonrasında da Türk edebiyatına kaynaklık etmiş, edebiyatımızın önemli üretim merkezlerinden biri olma vasfını daima korumuştur. Edebiyatı besleyen, aynı zamanda edebiyattan beslenen müzik, sinema, tiyatro hatta resim gibi sanat dallarındaki başarılı örneklere dikkat kesildiğimizde yolu Adana’dan geçen, Çukurova’nın verimli ikliminden faydalanan çok sayıda sanatçıyla karşılaşırız. Tarım ve sanayinin bölgedeki erken gelişimiyle ve çok-kültürlülüğü doğuran demografik yapının sanatsal üretime doğrudan ya da dolaylı etkisiyle bu durumu açıklamak mümkün. Ancak şiir, öykü ve özellikle roman gibi edebî türlerin, beslendiği kaynaklar yönüyle, Çukurova’da kendine has gelenekler oluşturduğunu, bu geleneklerin oluşum koşullarını ve sonraki verimler üzerindeki etkilerini dikkate almadan yapılacak değerlendirmelerin bölge edebiyatını anlatmaya yetmeyeceği gibi Türk edebiyatını anlamlandırmaktan da uzak kalacağını belirtmemiz gerekiyor. |
|
|
Arabesk’ten Rock’a Suya Akan Seslerin Şehri – Taçlı Yazıcıoğlu |
Sayfa:8 |
80’de ülke darbeyle, Adana’ysa rock’la sallanmaya başlar. 1983’ten iki binlere kadar amiral gemisi haline gelen İncirlik’in en şaşaalı zamanlarının da buna eklenmesi tesadüf değildir. Üsteki askerler bir ‘halkla ilişkiler’ hamlesi olarak, biraz da üste kalacak yer kıtlığından, şehre yerleşmeye, halkın arasına daha çok karışmaya başlar. Bu sayede üsten gelen eşyaları satan Boşboşçular, bugünkü ismiyle Amerikan Pazarı kurulur. |
|
|
Bir Şenliktir Adana – Güney Özkılınç |
Sayfa:13 |
Adana’da çekilen her film sahnesi, yalnızca bir mekân değil, aynı zamanda bir gerçekliği yakalar. Örneğin, Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filminde, faytonuna bir arabanın çarpması sonucu atının ölmesi ve Cabbar’ın gözlerindeki çaresizlik, Adana’nın gündelik yaşamından alınmış bir karedir. O sahne, yalnızca bir karakterin mücadelesini değil, Adana’nın da emek, yoksulluk ve direnişle yoğrulmuş ruhunu anlatır. |
|
|
Adana’da Pamuk İşçiliği – Meral Saklıyan |
Sayfa:18 |
1850’lerden bu yana baş gösteren pamuk işçileri gereksinimiyle birlikte mevsimlik işçilerin yolculuğu da başlamış oldu. Irgat (tarım işçisi), mevsimlik işçiler, çırçır prese fabrikası (pamuk tarımından sonra pamuk liflerini ayrıştırmak, işlemek ve paketlemek için kullanılan endüstriyel tesis), kütlü (çiğitli, çekirdekli pamuklar), römork, traktör, harar, elci, çavuş… kelimeleri Adana ve çevresinde çokça bilinmeye başladı. Çevre illerden Çukurova bölgesine göç eden insan sayısı yıldan yıla artış gösterdi. |
|
|
Adana’da Kültürel Değişim – Sabit Kemal Bayıldıran |
Sayfa:21 |
Osmanlı tarihi boyunca zanaat denince Ermenilerin akla gelmesi boşuna değildir. (Atatürk’ün terzisi de Ermeni idi!) Ermeni ustalar, İğtişaş’ta çok kayıp verdiklerinden, yanlarına çırak alırken Arap Alevilerini tercih ettiler; çünkü bunlar Hıristiyanlara ‘gâvur’ gözüyle bakmıyorlardı! Bu nedenden, terzilik, oymacılık, köşkerlik, marangozluk, özellikle kuyumculuk gibi zanaatlar Arapların eline geçti. Bu meslekler de sanayileşince ölüp gitti. Romanlara bırakılan kalaycılık da ölüyor, çelik kap kacak yüzünden. |
|
|
Bir Zamanlar Adana – Zafer Doruk |
Sayfa:28 |
Adana’nın 50’li, 60’lı yıllardaki yeme içme, eğlence, sokak kültürünü, sosyal yaşamını, günümüze gelene kadar uğradığı değişimi, dönüşümü anlatmaya çalışacağım size.
|
|
|
Adanalı Leo’nun Tanıklığında: 70’ler Odağında Adana’nın Kültürel İklimi – Özcan Karabulut |
Sayfa:35 |
Orhan Kemal’in memurluk yaptığı, ‘Cemile’ ve ‘Murtaza’ romanlarının ana mekânı olan Milli Mensucat Fabrikası’nın temelini atan Rum Tırpani Bey, kızını evlendirirken düğün hediyesi olarak bir bina armağan etmiş. Bu bina bugünkü İstiklal Ortaokulu’dur. İşgal yıllarında Fransız Ordu Karargâhı, Alman Okulu, daha sonra Kız İlköğretmen Okulu olarak kullanılan bu binanın karşısında bizim meşhur Eskiistasyon Karakolu var(dı). Karakolun damındaki Teras Sineması Adana’nın ilk yazlık sinemasıymış. Seyircileri de Fransız ailelermiş. |
|
|
Bağlarbaşı’nın Ruhundan Yeni Adana’nın Doğuşu – Ersun Çıplak |
Sayfa:46 |
Bugünün Bağlar Polis Merkezi Amirliği’nin eskiden Bağlarbaşı Karakolu olduğunu tabelasına dikkatli bakmayan fark etmemiştir. Oysa Adana’nın dönüşümünde, daha doğrusu ‘Yeni Adana’nın kuruluşunda önemli bir yeri var bu karakolun. Aytaç Durak dargelirlileri yersizyurtsuzlaştırmaya dayalı Yeni Adana fikrini uygulamaya başlamadan önce, çoğunlukla Fellahların bağlarının olduğu bölgenin girişine kurulmuştur bu karakol. Fellahların bağları dendiğinde, Seyhan Barajı yapıldıktan sonra sular altında kalan ve kış aylarında su iyice çekilince camisinin minaresinin görülebildiği iddia edilen Karalarbucağı köyünü düşünmek gerekiyor. |
|
|
Selim İleri’nin Mirası – Bâki Ayhan Asiltürk |
Sayfa:54 |
Selim İleri romancılığı, neresinden bakılırsa bakılsın, Türk edebiyatı tarihi içinde özel bir ‘tarihçe’dir. Özellikle 1976-1980 arasına sığdırdığı, dört yıl gibi kısa bir sürede birbiri ardına yayımlanan ve hepsinde ortak mekân Bodrum olmamakla beraber, daha çok içerik bütünleşmesi üzerinden ‘Bodrum Dörtlemesi’ diye anılan ‘Her Gece Bodrum’, ‘Ölüm İlişkileri’, ‘Cehennem Kraliçesi’, ‘Bir Akşam Alacası’ romanları varoluş, insan ilişkilerindeki açmazlar, kentlilik, burjuva ve entelektüelin dünyası, cinsellik gibi sorunsalları bünyesinde toplayan romanlar olarak gündem yaratmıştır. Aydın bunalımları, denebilir ki en iyi yansımasını bir dönem Selim İleri’de bulmuştur. |
|
|
Macaristan’dan Türkiye’ye Akan Uzun Bir Nehir: Gün Benderli – Barış Yılmaz |
Sayfa:58 |
Çevirmenler sıklıkla insanları bir araya getiren, kültürleri birbirine yaklaştıran köprülere benzetilirler. Bense Gün Benderli’yi bir nehre benzetiyorum; tıpkı Tuna gibi, Macaristan’dan aldıklarını Karadeniz’e, oradan Boğaz’ı aşarak Ege’ye ve sonra da Akdeniz’e götürmüştür. Macaristan’ın çalkantılı yıllarına bizzat tanıklık etmiştir, bazen durulup bazen kabaran, bazen de taşan Tuna gibi. Kendi hayatı da öyle geçmiştir, bazen durgun, bazen dalgalı ama akışı hiç kesilmemiştir. |
|
|
Çekirdek (Öykü) – Özlem Oğuzhan |
Sayfa:60 |
|
|
|
Kafka’nın Uykusu – Tahir M. Ceylan |
Sayfa:64 |
Kafka sanki dünyaya gelmekten pişmandı, elinden gelse ‘Dönüşüm’de Gregor Samsa’nın karyola altında yapmış olduğu büzüşmeyi anne karnına dönüp cenin pozisyonu alarak bizzat kendi de tekrarlamak isterdi; bilmiyoruz, belki de bu onda bir istekten ileriye geçmişti. Bu söylediğimiz Kafka tarafından az düşünülmüş şey değildi, unutulmamalıdır ki, Gregor’un en sevdiği içecek erişkinlerin içtiği cinsten bira, çay değil, bebeklerin beslenme aracı süttü ve süt onu hâlâ koşulsuz bir besleyiciye (diyelim anneye) bağlayan bir köprü olmalıydı. Anneden kopamayanların çocuk kalmanın bir yolunu, bazen süt severek, bazen kucak isteyerek, bazen de bir karyola altında cenin gibi büzüşerek illa bulmalarına doğrusu insan şaşırmıyor değil. |
|
|
Düş Bu (Şiir) – Yusuf Alper |
Sayfa:69 |
|
|
|
Şiir ve Armağan Ekonomisi: Duygu, Değer, Toplumsallık – Aylin Antmen |
Sayfa:70 |
Yaşamdan alınan yaşama geri verilir, dedik; çünkü yaşam, ancak bedenle karşılanabilen bir dünyadır. Bu, bedeni de anlamın bir veçhesine dönüştürür. Ve sonuç olarak dil, kendisini tarihsel perspektifine göre, yalnızca kendisinden hareketle şiir olarak gösterir. |
|
|
Çağdaş Sanat: Nevzat Sayın ile Söyleşi – Ozan Öztepe |
Sayfa:74 |
“Akıp giden, karmakarışık düşüncelerimiz var ve ne kadar azını ortaya çıkarabiliyoruz… Bu sergi; ‘hepsini ortaya çıkarabilir miyim?’ denemesi… Bu yüzden defterler çizimler, tuvaller, baskılar, kilimler, heykeller hepsi aynı yerde.” |
|
|
Oyuncu Kuşlarımın Ruhu İçin (Şiir) – Fatoş Asya Akbay |
Sayfa:79 |
|
|
|
Sina Akyol’dan Bana Kalanlar: “Bu Nasıl Sevdadır, Hâlâ Ayışığı!” – Gültekin Emre |
Sayfa:80 |
Sina ile Hakan Cem, Coşkun Yerli’yi de aralarına alarak ‘zincir şiir’e soyunurlar. Şiirlerle ‘küçüklük, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, olgunluk, yaşlılık ve ölüm’le ‘insanın hallerini anlatmaya’ çalışırlar. Coşkun Yerli’nin erkenden şiir dünyamızdan ayrılmasının yarattığı boşluğu İlhan Berk’le doldurmaya çalışırlar. O ‘hay hay’ der ama kendisine yollanan İnsanın Halleri dosyasını daha inceleyemeden ‘Ben gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye çalışacağım’ diyerek aramızdan ayrılır. Ardından Seyhan Erözçelik’i davet ederler aralarına. Seyhan da heyecanlarını, coşkusunu yedirir dizelerine. Ne var ki Seyhan da acele eder öbür dünyaya gidip orada şiir yazmak için. İnsanın Halleri yeniden üzüntüye boğulur ve kimseyi aralarına davet edemezler öbür dünyaya gider diye. |
|
|
Bavul (Şiir) – Serkan Türk |
Sayfa:85 |
|
|
|
Yazın Çevirisi Nasıl Anlatılır: Ayşe Şirin Okyayuz ile Söyleşi – Ezginaz Emirkadı - Merve Köse |
Sayfa:86 |
Hiç unutmam, ‘My Name is Earl’ adlı görsel-işitsel ürünün yeniden çevrimini inceliyordum. Geçmiş hatalarını düzeltmeye çalışırken her şeyi daha kötü hale getiren bir karakterin karma ile olan ilişkisini konu alıyor. Bir komedi dizisi. Bu, Türkçeye çevrildiğinde bir melodrama dönüşmüş. Dinî temalar üzerinden doğru yolu bulmak, dinî olarak gelişmek üzerine bir dizi haline gelmiş. |
|
|
Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:94 |
TV dizileri İngilizceyi halkın diline sokmak için özel görev üstlenmiş gibi. En çok izlenen dizilerde doğum günleri ‘Happy birthday’ diye kutlanıyor. Bekâr anne olduklarını ifade etmek için kadınlar başlarına ‘single mom’ yazılı taçlar takıyorlar. Bunları söylerken geçmiş zaman kipi kullanmam gerek aslında; çünkü bunlar aşıldı, geçildi. Şimdi İngilizce özdeyişler üretme aşamasına gelinmiş meğer. ‘Denenmiş denenmez’ demek yetecekken neymiş? ‘Ex’ten next olmaz’mış! İngilizce paralamaya gösterilen bu çabanın onda biri Türkçeye gösterilse ‘açıkçası’ diye tek sözcüğe takılıp kalınmazdı. Hem neyin açıkça-sı? |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:96 |
|
|
|
İkon-A / Tanrı ve Planktonları (Şiir) – Hülya Özcan |
Sayfa:97 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:98 |
|
|
|
Savaş Bitince (Şiir) – Abdurrahim Cavit Özcan |
Sayfa:99 |
|
|
|
Rivayet (Öykü) – Emre Ocaklı |
Sayfa:100 |
|
|
|
Kitaplar Arasında |
Sayfa:103 |
|
|
|
“Plakası Okunmuyor” / Abdülkadir Budak – Zeki Z. Kırmızı |
Sayfa:103 |
Yalın bir gelenek taşıyıcısı hiç olmadı Budak. Öte yandan onun şiirde gerçekleştirdiği iki çağcıl biçimsel atağı, çözümü gözden kaçırılır. Ölçü, ezgi gibi Türkçe sesin şiir içre dolayımlanması okurun algısında ilk izlenimler olarak kalır, doğru ama arkası getirilmez. Bu ilk okumanın arkasında yapısal (mimari) işçilik, şiirin yapısal duruluğu, somluğu, sağlamca gövdelenişi ve gerçekten oya işi gülmecesi (humor) güme gider. Oysa Budak’ın sıkı yapı özeni bir yana, kendisiyle inceden dalga geçebilen ve bunu da sığlaşmadan, kabalaşmadan, sertleşmeden, kararmadan yapan aydınlık gülmecesi şiirimizde az görülür özelliklerdir.
|
|
|
“Sınırda Tahterevalli” / Mehmet İşten – Ahmet Günbaş |
Sayfa:105 |
İşten’in tekniğinde şiirle düzyazı şiir arasında esnek bir bağ var. Bu da anlatımı son derece kıvrımlı kılıyor. Sokakları dolduran dışlanmış kişilere özgü acı gerçekliği daha sahici biçimde duyuran böyle bir yapıda irdelenen ‘zehir’ ve ‘kötülük’ ilişkisi, hiç kuşkusuz –intihara yakın bir seyir içinde– yaşama tutunma hallerini belirsizliğe sürüklüyor. Çünkü toplumdışılık bir yerde ‘kötü insan’ imajını besleyip büyütüyor. Umut, iyimserlik, gelecek gibi kavramları çiğneyip geçiyoruz farkında olmadan. |
|
|
Murat Çelik ile “Bazı Günlerin Sonu” Üzerine Söyleşi – Alper Beşe |
Sayfa:107 |
Taşra bir seçim ya da araç değil metinlerim için. Karakterleri yaratmak, hikâyeyi kurmak… hepsi doğal akışta tamamlanıyor. Küçük bir hadisenin nasıl parlayacağını gözlem yaparak öğrenirsiniz. Yaşamanın ritmini bunlar oluşturuyor. Görmek ve dinlemek gerekiyor. Bazen de insanları konuşturmanız lazım. Ortaya bir laf atmanız, bir soru sormanız hatta aptalı oynamanız lazım. Malzeme yaratımı değil saydıklarım. İnsanlarla konuşmaktan keyif almıyorsanız, hikâyelerini merak etmiyorsanız, onlara ve anlatacaklarına tahammül edemiyorsanız taşrayı yaşatamazsınız. |
|
|
“Koruda Söylenen” / Soner Demirbaş – Ahmet İlhan |
Sayfa:109 |
Şiirinin yalnızca şiirle sınırlandırılmasını reddeden şair, felsefi düşünce ile şiirsel ifadenin diyalektiğini kurarak, şiirinin yenilenen biçim ve içeriğiyle hem şiire hem felsefi düşünceye yeni bir ifade olanağı tanır. Soner Demirbaş, bu bilinçle olsa gerek, Koruda Söylenen’de felsefi düşüncelerin şiirle anlatılmasının hem avantajlarını kullanmış hem de bazı dezavantajlarını göze almış görünüyor. |
|
|
Cansu Canseven ile “Editörlük Zor Zanaat” Üzerine Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:111 |
Editörün işi sorumluluklarıyla şekilleniyor, bu sorumlulukları da metne karşı, yazara karşı ve yayınevine karşı olmak üzere kategorilendirebiliriz. Bu üç farklı aktörü memnun edecek ama özünde dilin sınırlarına ve tüm imkânlarına göre hareket edip yönlendirecek bir pozisyonda editör. Aslında editörün çok farklı meslek tanımları var ve kendi içinde gruplara ayrılması gerekiyor: telif editörü, içerik editörü, satır editörü, temel metin editörü, geliştirici editör. |
|
|
|
|
|
|