|
|
KASIM 2025
|

Varlık Online Satış |
|
| Çizgiyorum – Melike Kılıç |
Sayfa:2 |
| |
|
|
| Melih Cevdet Anday'ın Öykülerinde Kadınlar – Hülya Bulut |
Sayfa:4 |
| Varlık’ın Kasım sayısının dosya konusu, “Melih Cevdet Anday Edebiyatı”. Dosyamıza katkıda bulunan isimler ise Hülya Bulut, Semiha Şentürk, Kabil Demirkıran, Atanur Memiş.
Dosyamızın ilk yazısını kaleme alan Hülya Bulut’a göre “Melih Cevdet Anday’ın Öykülerinde Kadınlar” çoğunlukla ataerkil kalıpları pekiştiriyor ve “kendi hikâyelerinin kahramanları olmaktan çok erkek kahramanların hikâyelerinin sıradan bir uzantısı” olarak konumlanıyorlar. Bulut, Anday’ın 40’lı yıllarda yayımladığı az sayıdaki öyküsünde ataerkil düzenin aile içindeki baskısı, kız çocuklarının eğitimi gibi toplumsal vurguların öne çıktığını, 1950’lerde ise öykülerini “duygu-akıl karşıtlığı çerçevesinde” kurduğunu ve “duygusal kadınlar”ı “akıl yoluyla ikna ya da alteden erkeklere” yer verdiğini örneklerle gösteriyor.
|
|
|
| Melih Cevdet Anday'ın “Aylaklar”ında Tutsaklık ve Özgürlük – Semiha Şentürk |
Sayfa:8 |
| Semiha Şentürk, “Melih Cevdet Anday’ın Aylaklar’ında Tutsaklık ve Özgürlük” temasını Erving Goffman’ın “performans, set ve vitrin” kavramlarıyla inceliyor. Romanın geçtiği Erenköy’deki konak hem “soyluluk performansı”nın sergilendiği bir set hem de aristokrat kimliğin sürdürüldüğü bir vitrin olarak okunuyor. Leman Hanım geçmişine tutunmak için konağı ve çevresindekileri araçsallaştırırken kendini ve ailesini tutsaklaştırıyor. Torunu Muammer ise bu döngüyü kırıp özgürlüğe ve yeni bir kimliğe ulaşmaya çalışıyor, ancak hem konaktaki belirleyici mirastan hem de dış dünyanın yozlaşmışlığından sıyrılamıyor. Şentürk, bu romanın üç kuşak üzerinden “ruhsal atalet”i, aristokrasinin çözülüşünü ve özgürlük ile tutsaklık arasındaki gerilimi işlediğini öne sürüyor. |
|
|
| Melih Cevdet Anday'ın Şiirlerinde Zaman Metaforları – Kabil Demirkıran |
Sayfa:12 |
| Kabil Demirkıran, “Melih Cevdet Anday’ın Şiirlerinde Zaman Metaforları”nı inceliyor. Erken dönem şiirlerinde zamanı “yok edici” özelliğiyle ele alan şairin 1962’de yayımladığı Kolları Bağlı Odysseus’la birlikte modern insanın kronolojik ve nesnel zaman anlayışına karşı çıktığını, ama zamanı yok saymadığını, ondan kurtulmaya çalışmadığını, “aksine onu yeniden yorumlayıp bireysel bir deneyimin nesnesi” haline getirdiğini; geçmişsiz ve geleceksiz bir “şimdi” algısını şiirine yerleştirdiğini, bu yaklaşımını mitolojiyle birleştirerek felsefi bir tabana oturttuğunu ve yabancılaşma temasına karşı bir direnç noktası oluşturduğunu ileri sürüyor. |
|
|
| “Kolları Bağlı Odysseus”ta Kahramanın Yolculuğu – Atanur Memiş |
Sayfa:16 |
| Atanur Memiş, “Kolları Bağlı Odysseus’ta Kahramanın Yolculuğu” başlıklı yazısında, “Melih Cevdet Anday mitin yapısını değil, sesini duymak ister; arketipi yaşatmayı değil, onunla yolculuğunun yükünü hafifletmeyi amaçlar. Hatta bütün mitoloji ve insanın bilgi birikimi şiir için bahanedir,” diyor. Campbell’ın “mitlerin evrensel grameri” ile Chomsky’nin “dilin evrensel grameri” arasında paralellik kurarak mitin bilinçdışının, dilin ise bilincin dizgesi olduğunu vurguluyor. Kahraman artık bir arketip değil, bilincin kendi içsel yolculuğunun metaforudur. “Campbell’ın arketipi balinanın karnına inip karanlığı geçer, ardından dünyaya iksirle döner. Kolları bağlı kahramansa aynı karanlıktan geçer ama geri dönmez; bulduğu şey bilgelik değil, sessizliktir.” |
|
|
| Benim de Var “Kafamda Bir Tuhaflık”: Çağdaş Gerçekçiliği Yeniden Düşünmek – Mustafa Bayram Mısır |
Sayfa:22 |
| Geç modern bir metropol olan İstanbul’un sokaklarında yıllar boyunca boza satan Mevlut Karataş, klasik anlamda bir epik özne değil. Ne sınıfsal bir bilincin taşıyıcısı ne de tarihin
akışını değiştirecek bir müdahale gücüne sahip. Ancak romanın estetik yapısı, klasik ya da diyalektik biçimiyle değil olumsallık içeren bir yapı olarak kurgulanması, tam da bu eksiklikler ve olumsuzluklar üzerinden yeni bir epik özne üzerine düşünme imkânı sunuyor.
|
|
|
| Tiyatro Sanatı: Unutmanın Çaresizliği ve Hatırlamanın Estetiği / “Elma, Labrador, Çimen” – Mehmet Konuk |
Sayfa:30 |
| Onur Ünsal, rejiyi kurarken Peter Brook’un “boş alan” yaklaşımından ve Jerzy Grotowski’nin “yoksul tiyatro” anlayışından besleniyor. Oyuncuların bedensel ve ruhsal varlığı merkeze alınıyor, sahne neredeyse tüm fazlalıklardan arındırılıyor. Ünsal, mekânı alzheimer’ın zihinsel boşluğuna dönüştürüyor; dağınık eşyalarla parçalanmış belleği, boşlukla da unutkanlığı simgeliyor. Seyirciyi sürece dahil ederken genel anlamda duygusal manipülasyondan uzak duruyor. Lakin kimi anlarda yabancılaştırma efektlerini daha sık kullanarak psikolojik bombardımanı dengeleyebilirdi, zira sahnede kurduğu gerçekçilik çok kuvvetli oluyor.
|
|
|
| Sinema Tarihimizde Kadın Yıldızlar (1950-1980) – Burak Süme |
Sayfa:34 |
| Türk sineması tarihsel devinimi içerisinde bölümlere ayrılır. Başlangıcından 1923 yılına kadar olan süreç “Sessiz Dönem”dir. Sinematografi ülkemize yeni gelmiş, Fuat Uzkınay ilk konulu filmleri yeni çekmiştir. 1923 yılından 1939 yılına kadar olan süreç Muhsin Ertuğrul’la anılan “Tiyatrocular Dönemi”dir. 1939-1952 arası ise “Geçiş Dönemi” olarak adlandırılır. Varlık’ın Mart sayısında “Sinema Tarihimizde Kadın Yıldızlar (1914-1950)” başlıklı makalemin birinci birinci bölümünde bu dönemlerde yaşayan kadın oyuncuları anlatmıştım. Bu sayıda ise “Sinemacılar Dönemi” (1952-1963) ve “Yeni Türk Sineması” (1963 - 1983) içerisindeki önemli figürleri anlatacağım. |
|
|
| “Ben Neyim?” / Cumhuriyet Aydınının Kimlik Arayışı ve Modernleşme Paradoksu – Cihan Ülsen |
Sayfa:42 |
| Sonuçta, modernleşmenin faili olan aydın, düşünsel planda güçlü görünürken, eylemsel düzlemde bir gölgeye dönüşür. Ağaoğlu’nun kendi dışına ettiği lanet, bu gölge varoluşun içsel isyanıdır. Ancak bu isyan, halkla kurulamayan sahici ilişkiyi telafi etmeye yetmez. Çünkü modernleşme yalnızca yukarıdan aşağıya değil, aynı zamanda aşağıdan yukarıya inşa edilmesi gereken bir toplumsal süreçtir. Aksi takdirde teoriler ne kadar parlak olursa olsun pratikte sadece yankı odalarına çarparak kaybolur. |
|
|
| Aşk Ölürken (Şiir) – Tahir Musa Ceylan |
Sayfa:47 |
| |
|
|
| Türkçede Yeni Bir Tamlama Türü: Aykırı Tamlama – Nizamettin Uğur |
Sayfa:48 |
| Türkçede geçen yüzyılın son çeyreğinde yeni bir tamlama kalıbı ortaya çıktı. Dilimize giderek hızlı biçimde yerleşen yeni kalıbın ögeleri Türkçe tamlamaların tersi yönde konumlanıyor: tamlanan + tamlayan. Asıl kavram ya da nesne adı önce, yardımcı ya da açıklayıcı ad sonra geliyor. Ad ya da sıfat tamlaması olması fark etmiyor. |
|
|
| Kukumav (Öykü) – Arzu Taşçıoğlu |
Sayfa:52 |
| |
|
|
| İspanyol Dili ve Edebiyatı Nasıl Anlatılır: H. Şebnem Atakan ile Söyleşi – Mine Bican |
Sayfa:54 |
| “Amaç, öğrencilerin metinlerle doğrudan ilişki kurmalarını ve eleştirel bir okuma pratiği geliştirmelerini sağlamak.” |
|
|
| Metruk (Şiir) – C. Hakkı Zariç |
Sayfa:56 |
| |
|
|
| Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:58 |
| Gün adlarıyla ilgili ne güzel bir yazım kuralımız vardı bizim. Her geçtiği yerde büyük harfle başlayarak yazmıyorduk bu sözcükleri. Zamanın içinde belli bir günü belirtiyorsa varlığı tek olduğu için özel ad kapsamına sokuyor, o zaman büyük harfle başlatıyorduk. Bunu belirlemek için kullandığımız pratik ölçüt de yanında rakam olmasıydı. Yılı belirten rakam olmasa bile. Yukarıdaki gibi 27 Haziran Cuma diye yazdığımızda da upuzun bir zaman dilimi içinde bile olsa belli bir günü işaret etmiş oluyorduk. Şimdi yazarken fark ettim, ek aldığında çarşambaya, cumaya dokunmuyor otomatik düzeltme. Sıradan bir Cuma, sıradan bir Çarşamba yazmak istesem, hemen bu tümcede olduğu gibi büyütüyor ilk harfi! Olmaz ki… Kaç kişi dönüp değiştiriyordur? |
|
|
| Bozulan Masallar, Kalpsiz Bedenler – Zehra Betül Yazıcı |
Sayfa:60 |
| “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalını Batı’da feministlerin peri masallarına yaptıkları gibi feminist &yapıbozumcu bir okuma gözlüğü takarak okursak ilk önce kadın-kadına şiddet mitolojisini görürüz. Masalda kadınlar arasındaki ilişki dayanışma üzerinden değil, kıskançlık ve düşmanlık üzerinden şekillenir. Üvey annenin Pamuk Prenses’e olan öfkesi, kadınlar arasındaki ve özellikle de daha yaşlı kadının genç ve güzel kadına olan kıskançlığını temsil eder. Feminist teoriye göre bu esasen, patriyarkal toplumun kadınları birbirine düşman eden söylemlerinin masaldaki yansımasıdır. |
|
|
| Gölge (Şiir) – Ahmet Bozkurt |
Sayfa:65 |
| |
|
|
| Nâzım Hikmet Kime “Hasret”? – Mehmet Öztek |
Sayfa:66 |
| Nâzım Hikmet aynı şiiri artık birlikte olma ihtimali iyice zayıflayan Münevver’e ve hayatının son yıllarını birlikte geçirdiği Vera’ya aynı anda göndermiş olabilir mi?
|
|
|
| Rüzgâr Odası – Yavuz Özdem |
Sayfa:68 |
| Çağdaş sanat yazınında yazarlar çoğu zaman okurlarını, sanat ve felsefe kuramlarına hâkim, entelektüel donanımı yüksek bireyler olarak varsayar. Bu nedenle soyut kavramlarla örülü, mesafeli bir üslup tercih edilir. Serdar Turgut ise “Kütüphanemdeki İsyan”da bu genel eğilimi tersine çevirir. Ona göre “bazı konuların özüne indirgenip, daha anlaşılır yazılmasına acil ihtiyaç vardır.” |
|
|
| İzdüşümler / 1: Rastlantı – Ahmet Önel |
Sayfa:70 |
| Önce söz vardı, sonrası ise rastlantılardan ibaret. |
|
|
| Bazen Müziği Duyarsın (Şiir) – Ligia Kesisian |
Sayfa:71 |
| |
|
|
| 90'lar ve Anti-lirik Cereyanlar – Ali Özgür Özkarcı |
Sayfa:72 |
| Şiirde 90’lar tanımlaması için akla gelen en belirgin soru şudur herhalde: 90’lar şiiri 80’ler şiirine “karşı” mı, yoksa onun özerk bir “türevi” mi? Buradaki “türev” bağlamı estetik paradigmanın “köklü” bir değişiklik yaşayıp yaşamadığıyla ilgili. |
|
|
| Parlak Çocuklar Hakkında Bilgiler (Şiir) – Bilge Miray Aslan |
Sayfa:77 |
| |
|
|
| Sinema Sanatı: Belkis Bayrak ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:78 |
| “Sessizlik sadece atmosfere dair bir unsur değil, aynı zamanda filmin politik ve duygusal tonunu belirleyen bir anlatı biçimi.” |
|
|
| Ayşe Kulin: “Öykülerimi Yayıncıya Götürmemle Yayımlanması Arasında 25 Yıl Var...” – Lütfi Özgünaydın |
Sayfa:82 |
| Yazımın başlığını kitaplarını yayımlatmak için yıllarını veren insanlar için seçtim. Ayşe Kulin 25 yıl direnmiş, yazmış bunları; “Dürbünümde Kırk Sene” adlı kitabında anlatmış. Birçok kitabını okumuştum, fotoğraflarını çekmek için evine gittim. Makineyi elime alıp çekimlere başlayınca öyle rahat çalıştım ki… |
|
|
| Antropontoloji ve Sanat: İnsanın “Arada Olma” Geriliminde Edebiyatın İşlevi – Ayşegül Kopdagel |
Sayfa:84 |
| Sanat eseri de izleyici için bir arada varlıktır. Ne tamamen açık bir mesaj verir ne de bütünüyle anlamsızdır. Bu yarı açıklık, Heidegger’in ‘alet-olmayan’ sanat anlayışıyla örtüşür: sanat eseri, bir şeyin temsili olmaktan çok, varlığın açığa çıkmasına aracılık eder. İzleyici eseri deneyimlerken, hem kendi anlam dünyasından bir şey algılar hem de eserdeki gizemle yüzleşir. |
|
|
| Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:89 |
| |
|
|
| Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:91 |
| |
|
|
| Hacer (Öykü) – Tevfik Can Küçükşahin |
Sayfa:93 |
| |
|
|
| Rüzgâr (Şiir) – Emine Menteşe |
Sayfa:95 |
| |
|
|
| Evvelsi Günler (Öykü) – Ümit Barış Bozdağlı |
Sayfa:96 |
| |
|
|
| Boş Zaman Söylentileri (Şiir) – Hasan Tahsin Çatak |
Sayfa:98 |
| |
|
|
| Kitaplar Arasında |
Sayfa:99 |
| |
|
|
| Nilgün Tutal ile “Julia Kristeva: Adlandırılamayanla Yüzleşmek” Üzerine Söyleşi – Hüseyin Köse |
Sayfa:99 |
| “Kimlik, öznelleşmeyi sınırlayan bir hapishanedir.” |
|
|
| “11. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rus Edebiyatı Tarihi” / Ataol Behramoğlu – Kemal Gündüzalp |
Sayfa:102 |
| Ataol Behramoğlu, gençlik yıllarında (1972-1974 yılları) ‘Rus ve Sovyet Edebiyatı Tarihi” konulu bir çalışma yapmış olmasına karşın bu yeni kitabının adı neden yalnızca “Rus Edebiyatı” sorusunu akla getiriyor ama demek yazar (ozan) öyle uygun görmüş. Söz konusu lisansüstü çalışması, evet, tam yarım yüzyıl sonra bu kitaba dönüşmüş. Yani yaklaşık bin yıllık bir süreyi kapsayan önemli ve oylumlu bir çalışma ortaya çıkmış. Ataol Behramoğlu’nun Rus ve Sovyet yazınıyla ilişkisi yeni değil. Üstelik bu konuda yüzlerce şiir çevirisi ve konuyla ilgili yapıtları da var. |
|
|
| Arife Kalender ile “Tenden Gömlek” Üzerine Söyleşi – Eser Ceran Erdi |
Sayfa:104 |
| “Şiir yalnızca yürek işi değil, bilgiyle derinleşmek istiyor.” |
|
|
| “Post Mortem” / Şivan Erciyes – Süreyya Deniz |
Sayfa:106 |
| “Post Mortem”de yer alan şiirler varoluşsal kopuş şiirleridir. Varlık bütün değil kırık aynadan yansıyan parçalı bir görüntüdür. Fragmenterdir. Şair benlikten önce “ses”i, “kelam”ı tanımlar. Bu insanlığa ait bir bellektir. Şiirlerinde sık sık “Ben kimim, kimlerin mirasını taşıyorum ve neden hiçbir yere ait değilim?” soruları yankılanır. Onun şiiri yüzeysel bir kimlik arayışından ibaret değildir. Bir insanın değil bir türün, bir bedenin değil bir çağın, tek bir benliğin değil çoklu ve dağılmış benliklerin varlığa tutunma mücadelesidir. |
|
|
| “Eskiz” / Gültekin Emre - Arif Buz – Rıdvan Dansuk |
Sayfa:108 |
| Gültekin Emre sesi olmuş Arif Buz’un desenlerinin. Haydi siz de hayal gücünüzü kullanarak canlandırın kafanızda Arif Buz’un desenlerinin hayattaki karşılıklarını. İlk adımı bu yazıda atmaya ne dersiniz? İsterseniz şimdi bunun tersi bir alıştırmayla, desenden sözcüklere değil de sözcüklerden desenlere giderek başlayalım. |
|
|
| “Kaçak Avcı” / Reinhard Kaiser-Mühlecker – Ali Bulunmaz |
Sayfa:109 |
| Kuzey Avusturya kırsalında doğup büyüyen Reinhard Kaiser-Mühlecker, Kaçak Avcı’da taşranın görünürdeki dinginliğinin ardındaki gerilimi getiriyor karşımıza. Romanın başkarakteri Jakob’ın hem kendisiyle barışık olmama haliyle hem de etrafıyla kurduğu gelgitli ilişkiyle şekillenen hikâyenin odak noktasını yabancılaşma oluşturuyor. |
|
|
| Cem Savran ile “Gündüz Düşleri” Üzerine Söyleşi – Metin Turan |
Sayfa:110 |
| “Bir şairin bilinçaltını yalnızca iç konuşmalarıyla değil, büyülü gerçekçi anlatım tekniğiyle de vermek istedim.” |
|
|
| “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” / Polat Özlüoğlu – İlayda Demirok |
Sayfa:112 |
| Zaman kırılmaları ve farklı anlatıcıların iç içe geçişi, romanın katmanlı yapısını güçlendiriyor. Geçmiş ve şimdi arasındaki geçişler, hafızanın sürekliliğini ve acının kalıcılığını hissettiriyor. |
|
|
|
|
|
|