Varlık Yayınevi
     
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

ARALIK 2017

Sayfa:
Sayfa:
Politik ve medyatik gerçeksonrası (post-gerçek) zihnimizi çelmişti. Daha erken dönemde başlamış “sanatın sonundan sonra sanat mümkün mü” tartışmalarının, yeni iletişim teknolojilerinin hızla gelişmesinin eser üretim süreçlerinde yarattığı değişikliklerin de etkisiyle farklı yer ve zamanlarda gündeme geldiğine tanık oluyorduk. Sinemanın ve gazetenin sonunu televizyonun getireceği, internet teknolojisinin ise bildiğimiz tüm iletişim mecra ve süreçlerini altüst ettiği ya da edeceği hâlâ tartışılıyor. “Post-gerçek” dosyasında medya ve politika alanında gerçeğin tüm kanıtlarına rağmen gerçek olma statüsüne ulaşmakta karşılaştığı zorlukları ve bu durumun nedenlerini ele almıştık. Edebiyatın, resmin, müziğin ve görsel sanatların da gerçekle bağı hep sorgulanmış, içinde üretildikleri çağa uygun olarak gerçek ya da doğru ne sorusuna cevap aranmıştı. Fransızlar benzer tartışmalar olduğunda “entelektüelleri, politikacıları, medyayı ya da okulu öldürelim mi” sorusuyla ünlenen bir tutum takınırlar. Biz de seçtiğimiz bu dosya konusu bağlamında “sanatı yakalım mı” sorusunu sorabilirdik. Soru, sanatın yok olduğu imasından daha çok, sanatın bizatihi kendisinin dönüşümleri hakkındaki zihin karışıklığına işaret ediyor. Karışıklığın nedeni eski ile yeni arasındaki çetrefil bağların, (Aydınlanma ya da Aydınlanma’nın yol açtığı akıl tutulması bağlamında) modernliğin felsefi, kültürel, politik, ekonomik ve sanatsal insan ile evren tasarımına dair farklı geleneklerden beslenen tartışmalardan doğuyor olması. Bu çetrefilliğin bir semptomunu sanatın bugünkü durumunu anlamak için kullanılan adlandırmalarda açıkça görüyoruz: Modern sanat ile postmodern sanat, postmodern sanat ile postmodernizm ötesi sanat veya kavramsal sanat ile kavramsal sanat sonrası.
Sayfa:
Rahmi Öğdül, dosyamızın ilk yazısı “Sanat Karanlığını Yitirmiştir”de post-sanat konusunu etraflıca inceliyor ve “sanat ya da biz tükendik” diyor. Öğdül’e göre post-sanat sanatçının yok oluşuna tanık olduğumuz bir sanat. Yazıda post-sanatla sanatçının ve sanatın içine girdiği çıkmazlar tartışılıyor. Çıkmazdan kurtulmanın sanatsal örnekleri yok değil; Kazimir Maleviç’in Siyah Kare isimli eseri, Louis Daguerre’ın uzun pozlamalı fotoğraf anlayışı, Slovenyalı sanatçı kolektifi IRWIN’ın Black Square on the Red Square eserinin iktidarın simgesi Kızıl Meydan’a müdahalesi.
Sayfa:
Derya Bayraktaroğlu, Rahmi Öğdül’ün post-sanatı en olumsuz yanlarıyla tartıştığı ve çözüm önerileri sunduğu yazısını olumlu anlamda tamamlayıcı bir tartışmayla dosyaya katılıyor. “Postmodernizm Ötesi, Bir İş Dünyası Gurusu Olarak Sanatçı ve Trans-Ütopya” başlıklı yazıda sanatın ticarileşmesinin eleştirisi sürüyor. Yazıda kavramsal sanat takipçilerinin yeni iletişim teknolojilerini kullanma becerileriyle ellerini güçlendirip sanat aktivistlerine dönüşebildiklerinin altı özellikle çiziliyor.
Sayfa:
Nilgün Tutal “Sanatın mı Erotizmin mi Sonu?” başlıklı yazısında genç ressam Hüseyin Rüstemoğlu’nun eserlerini inceliyor. Ressamın eserinde beden, zaman, mekân, mahremiyet arasında kurduğu bağlara odaklanıyor. Modernist estetiğin cinsellik üzerindeki baskıları bertaraf etmek için icat ettiği erotizmin, modern (sonrası) sanatta yerini niye bulamadığını tartışıyor.
Sayfa:
Bülent Tuğcu “Sevişen Bedenle Düşünmek” başlıklı yazısında Türkiye’de son yıllarda epey ses getiren sanatçılardan Şükran Moral, Erinç Seymen, Canan ve Taner Ceylan’ın çalışmalarını ele alıyor. Her bir sanatçı farklı biçimlerde toplumsal tabularla eserleri aracılığıyla mücadele ediyor. Moral Amemus’ta sevişmeyi kamusal alana taşıyor. Canan, Şeffaf Karakol’da bedenin sahibi tarafından ihbar edilmesini görünür kılıyor. Taner Ceylan Ball’da homo-erotizmle ve onu seyredenlerle bedensel deneyim ve bakışın dikizciliğini sorguluyor. Erinç Seymen eleştirinin okunu hetero-normatif ilişkilere yöneltiyor. Tuğcu’nun deyimiyle bu dört sanatçının “yapıtını izleyicisinin yorumundan ve kendi dünyasından tüyolar veren bir mahremiyet alanı olarak düşünebiliriz.
Sayfa:
Post-sanat tartışması post-sinemanın neye denk düştüğüne aranan cevaplarla Özgür Yaren’in “Post-Sinema Çağına Henüz Girmedik mi? Sinemanın Krizi ve Post-Sinema Tartışmaları” yazısında sürüyor. Yaren yazısında sinemanın krizde olduğu ve sonunun geldiği türünden aceleci tanılara karşı tarihsel bir perspektife dayanarak bu tanıların “melodramatik aşırılığını” yumuşatmaya yöneliyor. Yaren, her yeni teknolojik buluşla keşfedilen yeni bir iletişim aracının kendisinden önceki iletişim aracının sonunu getireceği şeklindeki tartışmaları, sinemanın sonu hakkında son yıllarda yeniden dile getirilen kaygı ve umutları teknolojik güncelliğimiz bağlamına taşıyarak güncelliyor.
Sayfa:
Korkmaz Alemdar’ın “Sanatın Vazgeçilmezliğini Anlamak” başlıklı yazısında, Varlık dergisinin Mayıs 2017 sayısında ele aldığımız gerçek-sonrası çağ tartışmaları, Türkiye’de sanatın toplumsal işlevini üstlenmekte karşılaştığımız sorunların gözden geçirilmesiyle sürüyor. Yazı bir ulusun ulus olabilmek için sanatçılarına ne kadar ihtiyaç duyduğunun; Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının ülkeyi ekonomik, politik, kültürel ve toplumsal bir bütün olarak çağdaşlaştırma projesinin insan malzemesindeki (sanatsal ve düşünsel) kalitenin yetersizliği nedeniyle yoluna devam edemediğinin altını çiziyor.
Sayfa:
Şiiri bir ‘hatırlama’ olduğu kadar ‘hatırlatma biçimi’ olarak da görüyorum ve bana hatırlattıklarıyla, hele başka şiirleri hatırlatıyorsa daha çok, daha başka seviyorum. Asuman’ın hangi şiirine bakarak hatırladın Gülten Akın’ın şiirini derseniz… Bilmiyorum. Kemik İnadı kitabından bana kalan ilk duygu, düşünce, tat, anı, hatıra, çağrışım bu oldu. Ama inat bu ya, mutlaka birkaç dize istiyorsanız ben de rastgele şunları yazabilirim Asuman’dan: “içimde karaca içimde serçe/ içime kaçan daha kaç hayvan/ gölün suyunu karacanın gözleri içti/ hiçbir ökseye yakalanmadı serçe”.
Sayfa:
1940’lı yılların edebiyat ortamı onun yetişmesinde etkilidir. Avrupa’ya çıkmasında da bu edebiyat bilinci etkili olmuştur. Bir bohem olarak Batı’nın o havasını alan Özkök yurduna dönüşte, bu kez 1950 Kuşağı’nın atmosferine yakın olacaktır.
Sayfa:
“Nilüfer” şiirinin sesi, imgeleri okuyucuda bir atmosfer kurmayı başarıyorsa da şiirdeki kimi belirsizlikler onun eksiksiz anlaşılmasına izin vermez. Şiirini büsbütün anlamsız bırakmamak adına kimi zaman “yol işaretleri” koyan Necatigil, “Nilüfer” şiirini, kendilerinden başkasına zararı dokunmayan âşıkların efsanesi “Hero ile Leander” ile ilişkilendirir.
Sayfa:
Ahmet Hamdi Tanpınar, kendi poetikasında önemli ter tutan “zaman” üzerindeki düşüncelerini Ayarcı’nın üzerinden dillendirirken kitabın sosyolojik yapısına felsefi boyutu da eklemektedir.
Sayfa:
Kate Millett’in Cinsel Politika adlı kitabında açıkladığı teorisi ezilen kadınların, eşcinsellerin, fahişelerin, azınlık grupların politik yapılarda görünmemesi üzerine inşa edildi. Aile, fahişelik, sınıflar ve devlet gibi konular daha önce Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabında anlatılmıştı. Kate Millet’e göre Engels’in teorisi doğru ama eksikti. Cinsel devrim olmadan toplumun değişemeyeceğini, sorunlardan birini sonraya bırakamayacağımızı söyledi.
Sayfa:
Sayfa:
Melih Cevdet Anday’ın şiiri, bir yanıyla da “zaman” sorunsalını içerir. Çünkü tarihsel ve mitolojik ilgisi, insanın ürettiği bir bilgi olan “zaman”a özgü kronolojik bir yapı içinde gerçekleşmediği için, ister istemez alımlayıcının (okurun, eleştirmenin) tepkisiyle karşılaşır. Oysa bu tepki yersizdir, çünkü şiir Caudwell’in de belirttiği gibi, “genel zamansızlık” özelliğine sahip bir dildir.
Sayfa:
Michael Haneke’nin 2005 tarihli Saklı (Caché) adlı filmi üzerine bir inceleme yazısı.
Sayfa:
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir lise öğrencisi, ders kitaplarından öğrendikleriyle köleliğin yalnızca Güney’e özgü bir sistem ve kölelerin de “Afrika kökenli siyahlar” olduğunu sandığından, ülkelerinin kurucu babaları George Washington ile Thomas Jefferson’ın köle sahipleri olduklarını ve köleliği ateşli bir biçimde savunduklarını bilmez.
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Şiir/şairin ‘şuur’la bağını biliyoruz. Şuurun altına ve üstüne çok zaman ayırmış Sigmund Freud şöyle der: “Nereye gidersem gideyim, benden önce bir şairin oraya gittiğini görüyorum.”
Sayfa:
Sayfa:
Önce işin tekniğini öğren, bu senin dehandan bir şey eksiltmez,’ demiş Fransız ressam Delacroix. Teknik biraz soğuk bir sözcük olsa da, ben de bu teknik meselesini epeyce önemseyenlerdenim.
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sanatta hiçbir kural olabileceğine inanmıyorum.
Sayfa:
Dünyada Freud’u en iyi anlayan ve anlatanların başında Erich Fromm gelir. Bedeli Freudcu damgasıyla dışlanma girişimleri olmasına karşın Fromm hayranlık/düşmanlık çekişmelerinden uzak bilimsel bir gözle Freud’u yaşadığı zamanın ruhunu da göz önünde tutarak anlattı.
Sayfa:
Modern uzun şiir, ya anlatının çizgiselliğinin gücüne sığınmak durumunda ya da modernizmin yeğlediği parçalı anlatıma. Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk’u bu iki seçeneğe de sığınmayan, kendi organik yapısını kendi başına üreten bir nehir-şiir.
Sayfa:
Ozan, yazar, yayıncı Enver Ercan’ın kızı Özge Ercan, güzel bir iş yapmış. Enver Ercan’la yapılan söyleşileri derleyip yazınımıza kazandırmış. Toplam otuz söyleşide Ercan’ın yazın, şiir, yayıncılık vb. konulardaki görüşleri ilgiyle okunuyor.
Sayfa:
Evet, bu kitap, az da olsa, ünlü “bir” sözcüğü ve bazı zamir fazlalıklarıyla bile, Müeesser Yeniay şiirinde önemli bir aşama; belki de sonrası için yeni bir laboratuar çalışması.
Sayfa:
Oya Uysal Yürüdüm Yanında Yağmur’un (YKY, 2017) diyor ve yürüyor gerçekten de. Şiirleri okurken ben de iliklerime kadar duyumsadım yağmuru. Yer yer farahlık, bazen de sıkıntı yumağı yağmur.
Sayfa:
ARALIK 2017 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI